Burcu Biçer Spor Gündemi'nde, Cem Pekdoğru ile "Basket İstanbul" kitabı üzerinden spor kitabı yayınlamanın önemi, Türkiye-İstanbul'daki basketbol arşivciliği ve kültürü hakkında konuşuyor.
Burcu Biçer: Sporla ilgili kitap yayınlamak ne demek, önemi bir kitap çalışması neden önemli?
Cem Pekdoğru: Bu çok yazarlı bir kitap, kolektif bir çalışma. Her yazar her bir yazıya, kendine özgü perspektifi kattı. Hem tematik olarak, hem de zamansal olarak ayrışan yazılar, konular, söyleşiler var. Kitabın ayrıştığı yapısı akademik bir referans niteliği taşıyor ama bir yandan da yazarlar büyük oranda spor gazeteciliğinden, dergicilik kültüründen feyz almış yazarlar olduğu için bir dergici ruhu da var.
B.B.: Kitapta hem Türkiye tarihi hem de Türkiye spor tarihi öne çıkıyor. Spor tarihine dair araştırmaların ve yazıların üretimi bu kadar zor iken sen nasıl bir süreçten geçtin?
C.P.: Kurak günlerden geçtiğimizi düşünüyorum bu konuda. Bizim çocukluk dönemlerimizde bizi etkileyen daha fazla spor kitabıyla karşılaşma şansımız oluyordu. İletişim Yayınları'nın Futbol ve Kültürü
Takımlar, Taraftarlar, Endüstri, Efsaneler dizisi önemliydi. Başka yayınevlerinden de senede bir iki kitap çıkıyordu. Yeni kitap yayınlamakla ilgili maliyetlerin artışı geçerli bir mazeret olabilir ama bir yandan da Türkiye’deki kitap sayısında, hacminde çok büyük bir daralma yok. Burada, spor kitaplarına duyulan ilgi ve bu konudaki nitelikli çalışmaların yayınevi gözündeki ticari değeriyle ilgili bir düşüş var.
B.B.: Biraz Türkiye’nin spor kültürüne bakış açısıyla da ilgili. Açık Radyo da Açık Gazete içerisinde yıllardır bu bakış açısını dönüştürmeye yönelik yayınlar yapıyor ama kazanımlarımız biraz kısıtlı.
C.P.: Spor yazarları ve gazetecileri de bir yenilmişlik hissine kapılıyor. Dergi anlamında da 2022'yle beraber Socrates Dergi’nin de matbu basımı sona erdikten sonra basılan bir yayın kalmadı. Spor tarihiyle ilgili bir kayıtsızlık, ilgisizlik spor kurumlarında da çok fazla rastlıyoruz, sadece spora özgü değil. Bir arşiv alerjimiz var, genel olarak kayıt tutmakla ilgili ciddi eksiklikler var.
Basket İstanbul'da 50 yıllık bir külliyattan yararlandık. Spor tarihinin öncü isimlerinden biri Cem Atabeyoğlu’nun 1970'de Türk Basketbolu adlı kitabı yayınlanmıştı ve bundan sonra 35 yıllık bir kesinti var. Neşriyat anlamında dergiciliğin başladığı yıllar bu yıllar. Yalçın Granit’in kendi çıkardığı Basket Teknik dergileri var, kitabı var. Eski basketbolcu Ahmet Kurt’un Basket dergisi var. Turgay Demirel’in Fastbreak dergisi var. Jübile dergileri var. Ama uzunca bir süre ülkenin basketbol tarihini anlatan bir yayın yok. 2006'da Efes Pilsen Spor Kulübü'nün teşebbüsüyle Mehmet Durupınar bir kitap hazırladı; Türk Basketbolunun 100 Yıllık Tarihi olarak yayına çıktı. 2019'da Türkiye Basketbol Federasyonu’nun girişimiyle Mehmet Yüce ve Fetih Aytuna’nın çalışması Türkiye Basketbol Tarihi yayınlandı. Bu süreçlerden geçen bundan sonraki çalışmalara akademik anlamda referans olacak, perspektif veren bir kitap oldu Basket İstanbul.
B.B.: Yakın tarihe bu şekilde bakmak çok önemli. Yakın dönemde spor yayıncılığının biraz daha yeni medyaya kaydığı, daha çok görsel ve izlemeye yönelik bir içerik dünyası olduğu için kitap da yakın döneme dair kıymetli detaylarla önemli bir kaynak olacak.
C.P.: 120 yıllık bir dönemi yaklaşık 500 sayfaya sığdırmaya çalışınca mutlaka boşluklar oldu. Mesela, tekerlekli sandalye basketboluyla ilgili bir yazı istiyordum ama hayata geçmedi. Can Bartu yazısı istiyordum çünkü Can Bartu gibi hem basketbol hem de futbolda milli olarak ülkeyi temsil eden bir sporcu örneği bulunmuyor. Ama maalesef bu da olmadı.
B.B.: Yazılı kaynağın önemli olduğunu gösteriyor bunların hepsi bize. Önemli isimlerin hayatlarına dair yazılı kaynakların olması, birincil kaynaktan elde edilmiş bilgilerin olması böyle çalışmalar için çok önemli. Can Bartu tam olarak Türkiye’nin spor tarihinde nasıl bir isim, neler yaptı, o döneme nasıl şekil verdi gibi sorular, spor kültürüne bunların hepsinin yazılı kaynaklarda olmasının önemli olduğunu gösteriyor bize. Basketbol kültürünün mekanlarla ilişkisinden de bahsediliyor. Abdi İpekçi Spor Salonu, Ataşehir Ülker Arena, Sinan Erdem Spor Salonu'nun var olmasını spor kültürü oluşmasında nasıl gözlemledin?
C.P.: Mekânsal referansları kitaba serpiştirmeye çalıştık. Türkiye’nin o anlamda devam çizgisi oluşturmakla ilgili, tarihsel belleğin oluşmasındaki o köşe taşı oluşturan mekanları korumakla ilgili çok iyi bir örnek olmadığını söyleyebiliriz. Basketbolda sevdiğim yer Abdi İpekçi Salonu’ydu ama binanın yerle yeksan edildiğini gördük. İnşası sürüyor ama koca bir müşterek hafızaydı o mekan. Bununla ilgili şu anekdotu verebilirim; Eczacıbaşı’nın şampiyon kadrosundan Melih Erçin ve Necati Güler ile bir araya geldik, iki basketbol efsanesiyle Levent Tenis Kulübü’nde buluştuk. Çünkü basketbolcuların bir araya geldiği bir lokal yok. Milli Basketbolcu oldukları yer, 1970’li yılların başında Levent’teki Eczacıbaşı Fabrikası arsasına kurulan bir spor salonu. 200 metre uzaklıktaydık o gün o salonun olduğu yere. Şimdi orada bir AVM var. Dolayısıyla o kültürel mekanları koruyamıyoruz. Hele ki 60-70 yıllık izlekler oluşturmaya çalıştığımızda birçok şeyi kaybettiğimizi fark ediyoruz.
B.B.: Bir süre sözlü tarihle ilerlemiş bir alanda mekanla ilişkiyi yıkımlarla alaşağı etmek ve yerine henüz bir şey koyamamak, sporla olan ilişkimizi de biraz anlatıyor. Sözlü tarihle ilerleyen bir meselede mekanlar en önemli somut hal. Bu mekanlar olmadıkça o kültürün kendisini ve hafızayı sekteye uğratan şeylere rastlıyoruz.
Böyle bir yayın yapmanın öneminden bahsetmek istedik. Türkiye’nin basketbolla ilişkisi, hafızası, bilgiye nasıl ulaşılır gibi detaylar bizi başka şeylerle yüzleştiriyor. Geldiğin için çok teşekkürler Cem. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.